İnanınız, hiçbir millet ona bağımsızlık ve bir devlet armağan eden kurucusunu bizim kadar eleştirmez.
Türk milleti ile kurtarıcısı ve devletinin kurucusu arasında önemli bir set vardı.
Araştırmalarımıza göre; Osmanlı’nın bizzat ortaya koyduğu, Cumhuriyet döneminde de İngiliz ve Yunan ajanlarının sahip çıktığı, henüz Ata hayatta iken başlayan ve esasen millet için tezgâhlanan ‘dinsizdir’ yalanı idi bu set.
Cumhuriyet döneminde Ermeni, Yahudi, Rum azınlıkların bu fitneyi devamlı halka pompaladığı görüldü.
Bu yalanı Atatürk, Filistin hakkındaki konuşmasında kendi de şöyle dile getirir:
“Biz şimdiye kadar dinsiz ve İslamiyet’e lakayt olmakla itham edildik. Fakat bu ithamlara rağmen Filistin konusunda Peygamberin son arzusunu, yani mukaddes toprakların daima İslam hâkimiyetinde kalmasını temin için hemen bugün kanımızı dökmeye hazırız.”
Eğer siz ‘dinsiz bir lider’i millete empoze ederseniz, kurduğu devlet de ‘dinsiz’ olur. Değerleri de…
Oysa Hacı Bektaş’ın evladı, Ehl-i Beyt soyundan gelen bir lider var karşımızda.
Eğer İmam Ali ile Mustafa Kemal arasında bir bağ kurarsanız, bugün yaşanan Ortadoğu’daki savaşlara, Suriye işgaline, ABD’ye uydu olan Arap İslam dünyasına, İslam tarihi boyunca en büyük yalan olan Şii-Sünni savaşına karşı duracak bir devlet, lider ve siyaset anlayışı çıkardı önümüze.
Zira bugünün lideri kurucusunu örnek alırdı. İşte Batı; oyunlarla, Müslüman Türk’ün bu lider anlayışını bozmuştur.
Cumhuriyet tarihi boyunca yapılanlar, kurucusu ve devleti dinsiz olan, milletin de dinsiz olduğu yalanından hareketle Türk milletini de dininden kopardı, inancı ile mücadele eder bir noktaya taşıdı.
İşin esası buyken, İslam’ı savunacağız diye devreye girenler yanlışa düşüp; devleti, Atatürk’ü ve milleti inkâr ettiler.
En az 30 seneden beri gerçek Atatürk’ü anlatıyoruz.
Yani İmam Rıza’nın soyundan gelen, ailesinde 5 tarikten şeyhlerin olduğu bir babanın; Peygamber soyundan olanların işlerini takiple görevli Nakipzadelerden, dedesi şeyhülislam olan bir annenin evladını…
Kendini ‘ben Selanik meydan dedesi Kemal’ olarak tanıtan bir askeri…
Eserlerinin tamamını kütüphanesinde bulundurduğu hürriyet ve bağımsızlık sevdalısı Namık Kemal gibi Bektaşi olan bir lideri…
Kurtuluş Savaşı’nı Hacı Bektaş dergâhında, “evladını önüme aldım savaşa gidiyorum, beni mahcup eyleme” duası ile başlatan bir komutanı…
Kurtuluş Savaşı döneminde, Şeyh Senusi’ye rüyasında Hz. Peygamberin ‘sağ elimi Ankara’da Mustafa Kemal’e verdim’ buyurduğu bir Mehmetçiği…
Nutuk’ta kendi beyanı ile Kutb’ul-Aktab olduğunu yazan lideri…
Ki öyledir de…
Siz 1919’un şartlarında bırakınız cep telefonunu, telefonun olmadığı, ulaşımın kesildiği, televizyon gibi iletişim araçlarının bulunmadığı bir ortamda işgal güçlerine karşı, silahsız, teçhizatsız, aç bir halde iken ümmi halkı topyekûn ayağa kaldırmayı kolay sanıyorsunuz herhalde.
Ya da, İngiliz himayesi ve ya Amerikan mandasını tartışan Saray’a rağmen bir bağımsızlık savaşı vermeyi…
28 Aralık 1919’da Ankara’da halka yaptığı konuşmada Atatürk buna değinerek şöyle der:
“Maksat, Osmanlı vatanının bütünlüğünü ve yüce hilafet ve saltanat makamının ve milli bağımsızlığın dokunulmazlığını temin için Kuvva-yı Milliye’yi hakim kılmaktır.
Ferit Paşa buna mani olmaya kalktı. Bu teşebbüsleri memleket dâhilinde kötüye yormaya uğraştı, ‘ittihatçılıktır’ dedi. Dâhili ve harici kamuoyunda muvaffak olamadı.
Bunu gördükten sonra yeni silah aradı, ‘Bolşeviklik’ dedi. Resmi telgraflarında Bolşevikleri Karadeniz’den takım takım Samsun, Trabzon ve dâhiline doğru yürüdüğünü, memleketi alt üst ettiğini resmen yaydı.”
Ancak Kutb’ul-Aktab olan bir iman gücü bunlarla mücadele edebilir.
Zaten manevi büyüklerin olağanüstü halleri de böyle durumlarda görülür. Kimsenin yapamadığını yapar. Diyebiliriz ki, Kurtuluş Savaşı da Gazi Mustafa Kemal’in olağanüstü halidir.
Şunu iyi biliniz ki; O’nun dindar olması sadece dinsizleri rahatsız eder.
O’nun bir İslam büyüğü olması yalnızca azınlık ruhu taşıyanlarca reddedilebilir.
Halbuki Müslüman Türk milleti bizim vesilemizle tanıştığı dindar Atatürk için, “Hoş Geldin Atatürk” demektedir.